
Türkiye’nin demokrasi tarihinde en uzun süre kesintisiz şekilde iktidar olma şansı yakalayan AKP, giderek kan kaybediyor ve bu kan kaybına çare arıyor.
Çare bulması da zor görünüyor.
Çünkü AKP iktidarını sürdürmek için yaptığı her hamlede kendi sonunu daha da hızlandırıyor.
AKP’nin siyaset sahnesine çıkışına dair çok farklı okumalar yapmak mümkün.
ABD’nin Irak’ı işgal planı için Türkiye’de ‘uygun’ bir partner arayışından tutun da Kemal Derviş programını uygulamak için güçlü bir tek parti iktidarına duyulan hitiyaca kadar pek çok faktör AKP’nin kuruluşunun hemen ardından iktidara gelmesini sağlayan uygun koşullar vardı.
Ancak tüm bunlara rağmen AKP aslında devletin ‘ben bilirim’ yaklaşınına milletin ‘ben de varım’ yanıtı vermek için yöneldiği bir adres olarak siyaset sahnesine çıktı.
İktidarının ilk yıllarında da siyaset üreten ve meşruiyetini halk desteği ile sağlayan bir parti olarak sahnede kaldı.
Ancak 7 Haziran 2015’te bizzar MHP Lideri Devlet Bahçeli tarafından çekildiği ‘milletin karşısında devletin yanında’ pozisyonu ile güç kazandığı vehmine kapılırken aslında en büyük gücünü yitirdiğinin farkına bile varmadı.
O günden bu yana iktidarını sürdürdü ama asla muktedir bir siyasi parti olmayı başaramadı.
Bugün AKP’yi savunan pek çok ismin tartışma programlarında veya yazılarında karşılarındaki muhataplarına ‘devlet adına’ parmak sallamaları tam da o gün girdikleri yolun bir sonucu oldu.
Devletin kimi dehlizlerinden aldıklarını iddia ettikleri ‘pek mühim’ bilgilerle karşıtlarına diz çöktürmeye çalışan bu güruh, aslında gücü nereden aldıklarının pek ala farkında.
Her ne kadar sırtlarını AKP’ye yaslamış görünseler de aslında ‘devlet adına’ konuştukları izlenimi yaratmaktan hiç de rahatsız değiller. Aksine zor ve korku ile rıza üretmekten içten içe bir zevk de duyar gibiler.
Zamanla AKP’ye eklemlenen kimi ‘devlet aparatları’ bu durumdan oldukça memnundur herhalde. Ancak kendilerine ‘Biz AKP’li değil AK Paritliyiz’ diyen kimi çevreler de bu ‘kudretli devletlular’ karşısında ses yükseltmemeye büyük bir özen gösteriyorlar.
Bu durum, AKP’yi siyaset yaparak rıza üreten parti görünümünden hızla uzaklaştırıyor.
Rehaf üreterek rıza üretme kabiliyetini de kaybeden AKP, havuç yerine eline ‘devletin sopasını’ alarak iş yapmanın kolaylığını tercih etmiş görünüyor.
Ülkeyi sivilleştirmek ve siyaetin alanını genişletmek için oldukça uygun bir süre tanınan AKP, bu süreyi resmi kurumları olduğu gibi koruyup o kurumları ele geçirmek için kullandı.
Örneğin 12 Eylül’de kurulan yeni müesses nizamın kurumlarına dokunmadı.
Hatta bir dönem ‘kapatılmalı’ dediği Diyanet’in bile en sıkı savunucusu haline geldi!
Konumlandığı bu yeni pozisyonda giderek halk desteğini yitiren AKP, muhalefete yönelen ilginin önünü kesmek için yeni siyaset üretmek yerine ‘muhalefeti kriminalize etme’ yolunu tercih etti.
Ana muhalefet partisinin kurultayından belediyelerine kadar her şeyi hedef alarak ‘bunlar da temiz değil’ algısını pekiştirmeye gayret ediyor.
Bu çabası ile seçmenin muhalefete yönelmesini engellemeye çalışırken, aslında topluca halkın siyaset kurumuna olan güvenini yok ettiğinin farkında bile değil.
Yargı, kolluk ve istihbarat marifeti ile dizayen etmeye çalıltığı siyaset sahnesi giderek ayağının altından kayıyor. Evet bugün için kendisinden umudunu kesen kitlelerin muhalefete yönelmesini bu taktikle önlüyor olabilir. Ancak orta uzun vadede kitlelerin siyasetten umudunu kestiği noktada müesses nizamın şapkadan bir tavşan çıkarabileceğini pek hesaba katmıyor. Ya da kendisinin nasıl iktidara geldiğini unutmuş görünüyor.
Siyaseten güç kaybeden AKP’nin buna karşı önlemi siyaset kurumunu zehirlemek ve kriminalize etmek değil. Yeniden siyaset üreten bir partiye dönüşmek.
Peki bugünkü parti elitleri ve devlet ağzı ile millete ayar veren kadroları ile bunu yapması mümkün mü?
İşte o çok zor görünüyor.