
Ne bir işte çalışıyorlar, ne bir okula gidiyorlar, ne de bir mesleki eğitim programına katılıyorlar. Sayıları her geçen gün artıyor. Onlara “ev genci” diyoruz. Batı literatüründe NEET olarak geçen bu kavram; “Not in Education, Employment or Training” ifadesinin kısaltması. Yani eğitimde, istihdamda ya da mesleki eğitimde yer almayan gençleri tanımlıyor.
Ve artık bu, bireysel bir durum değil; toplumsal bir kriz.
TÜİK verilerine göre Türkiye genelinde yaklaşık 3 milyon genç, bu kategoriye giriyor. Sadece İstanbul’da bu sayı 700 bini aşmış durumda. Avrupa Birliği ortalamasının neredeyse iki katı. Düşünün; genç, sağlıklı, çalışmaya ve üretmeye istekli olması gereken milyonlarca insan, bugün evde, umutsuzlukla bekliyor.
Neden mi böyle?
Birçok sebebi var. Eğitim sistemimiz iş dünyasından kopuk. Gençler okulu bitiriyor ama iş bulamıyor. İş bulsa, aldığı maaş geçinmeye yetmiyor. Bazıları çalışmak istiyor ama deneyimsiz diye reddediliyor. Deneyim kazanmak istese, onu sağlayacak ortam yok.
Aileler de bu sürecin dışında değil. Aşırı korumacı aile yapısı, özellikle erkek çocuklarını adeta eve hapsediyor. “Dışarısı tehlikeli, sen evde kal” anlayışıyla hareket eden binlerce aile var. Özgüven eksikliği, dijital bağımlılık, gelecek kaygısı, psikolojik yorgunluk da bu gençleri evde tutan diğer etkenler arasında.
Peki sonuç ne?
Ekonomik kayıp: Ülkenin insan kaynağı boşa harcanıyor.
Sosyal yabancılaşma: Gençler toplumla bağ kuramıyor.
Psikolojik çöküş: Depresyon, yalnızlık, umutsuzluk artıyor.
Ve en tehlikelisi: Sessiz bir patlama birikiyor.
Ne yapmalı?
Eğitim sistemini iş dünyasıyla entegre hale getirmeliyiz. Gençlere umut verecek girişimcilik destekleri sunmalı, mesleki eğitimi cazip kılmalı, rehberlik hizmetlerini yaygınlaştırmalıyız. Ve belki en önemlisi: Bu gençleri sadece sayılardan ibaret görmemeliyiz. Her birinin hayali, potansiyeli, umutları var.
Bu sessiz krizi duymalıyız. Çünkü eğer bu gençler geleceğe hazırlanmazsa, geleceğin kendisi de hazır olmayacak…